top of page

CORONAGRAPHY

Banu Tutu

İstanbul

Sıradan hayatımızın koşturmacası içinde yaşarken Çin’nin  Wuhan şehrindeki Huanan Deniz Ürünleri pazarında çıkan son derece bulaşıcı ve ölümcül olan bir virüsün hayatalarımızı bu kadar değiştirebileceğini kim bilebilirdi!

İlk duyduğumuzda kimimiz Amerika’nın verdi uçuşları durdurma kararı ile bu işin ne kadar ciddi boyutlarda olduğunu kavramışken kimimiz uzaktan gelen ses olarak takipte kalıp gelişmeleri izlemeye devam etti. Avrupa’daki hızlı ölüm haberlerinin ardından bu kadar yakınımıza kadar gelmişken bizi es geçecek değildi ya elbet bizi de bulacaktı ve buldu da. Herkesin aklında bir şüphe ile “saklıyorlar!” söylemlerinin ardından ilk ölüm haberi! Artık resmi olarak bizim topraklara da gelmişti.

Sonrasında günden güne artan vaka sayılarıyla birlikte bilinmezlik ve belirsizliğin yarattığı puslu ortamda insan ilk atalarından gelen iç güdülerine sarıldı; hayatta kalmak! Kimilerimiz görece şanslı olan evlerden çalışmaya devam edenlerdendik. Virüs hakkında çok az ve net omayan bilgiye sahip olunması nedeniyle alınması gereken önlemler hakkında hergün yeni bir şeyler duyar olduk. Elleri yıka , fiziksel mesafeni koru, maskeni tak ve dışarıdan gelen herşeyi dezenfekte et! Kısır döngü başlamış oldu ve artık “yeni” normal dediğimiz hayatın kendi ellerimizle hergün kurar olduk. Önceliklerimiz değişti. Evimizin önünde duran arabamız, bir gün giyeriz diye aldığımız onlarca kıyafet gözümüzdeki değerini yitirdi. En kıymetli varlık; kolonya, maske, sabun ve su! Aslında normal hayatımızda çokta düşünmediğimiz şeyler! Sevdiklerimize dokunmadan, sarılmadan birarada olmayı öğrendik.

Günler ve geceler geçiyor sosyal medyada virüse yakalananların ve hayatlarını kaybedenlerin sayıları açıklanıyor, tırmanan grafikler yorumlanıyordu. Oldukça zalim gelmişti bana bu. O insanlar sadece bir sayıdan ibaret değillerdi; birilerinin sevgilisi, annesi, babasi, hatta birilerinin cocuklariydi. Evlere düşen acı, son bir kez sarılamamış olmak, cenazesine bile uzaktan katılmak zorunda olmak! İnsanın çaresizliği! İster istemez o cemberin kendimize doğru daraldığını her geçen gün iliklerimize kadar hissettik.

Karanlık, ışıksız kış günleri... Covid 19 öncesi bir dakikasını bile boş bırakmayacak şekilde planladığım zamanlar artık yok. Sınırlı alan içerisinde yaşadığım yalnızlaşma ve yalınlaşma süreci. Puslu ortamda yön bulmaya çalışırken bir yandan da kendime dönüşüm, en derinlerde aslında ne istediğim soruları. Sosyal medyada çıkan yönlerdirmelerle değil olağan haliyle, sanki olması gereken zaten buymuş gibi. Dışarıda virüsle mücadele, içeride kendimle. Nefessiz kaldığım bir gece; dibini göremediğim bir kaygı ve endişe denizinin içinde yukarı çıkıp derin bir soluk almaya çalışan bir insanın çabası gibi uzaktan gelebilecek bir can simidine sarılmak. Sabahın erken saatinde telefonun diğer ucundan gelen bir dost sesi! Yalnız değilsin! Sonrası umut, geçecek bugünler biraz zorlanacağız sadece ama G E Ç E C E K !

Dışarıda bahar tüm ihtişamını, güzelliğini, kendiliğini cüretkarca sergilemeye başlamışken bizler onu penceremizden izlemekle yetindik; mekan asıl sahiplerine kalmıştı sonunda kısa bir süre de olsa. Paylaşılan fotoğraflar bambaşka bir umut oldu, olması gereken olmuştu aslında. Dünyanın bir ucunda ortaya çıkan bir virüs bize tabiatın bizi nasıl da tükürüp bir kenara atabileceğini göstermiş oldu.

Editör: Gülbin Özdamar Akarçay

bottom of page