top of page

TANIŞTIĞIMIZA MEMNUN OLDUM

Tansel Atasagun

İstanbul

Hayatımın muhtemelen en farklı dönemini yaşıyorum. Uzun bir süredir evimdeyim ve evimi paylaştığım ailemle birlikte hiç olmadığımız kadar iç içeyiz. Adeta kendi ekosistemimizi oluşturduk ve bu “yeni” yuvada en özel anlarımızda bile birbirimizden kaçamayarak “gerçekten” birlikte yaşıyoruz.

Ailem; eşim, ben ve 3 kedimizden oluşuyor. İşin içinde kedi olunca, hele ki ev halkının çoğunluğunu kediler oluşturunca pek çok fotoğrafın da doğal aktörü oluveriyorlar. Tıpkı hayatımızın her noktasında oldukları gibi.

Meğer “normal zamanlar” da sadece aynı evi paylaşıyor ve birbirimize kendi hayatlarımızı anlatıyormuşuz. Karşımızdakinin hayatını da anlattığı ve tanık olduğumuz kadarıyla biliyormuşuz. Şimdi fark ediyorum ki onların ve şaşırarak itiraf ediyorum ki kendimin bilmediğim ne çok yönümüz ve kendimize soracak ne çok sorumuz varmış. Aynı mekâna kapatılmış ve bir yönüyle de kıstırılmış olduğunuzda, daha ferah alanlara çıkan bir aralık bulmaya çalışıyorsunuz. Biz de kendi tavşan deliğimizi bulup, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir düşüşle kendi harikalar diyarımıza yolculuğa başladık. Bu yeni diyarda mantık yoktu; insan kendini bir anda duşakabinde meşrubat şişelerini yıkarken, başka bir zamanda çamaşır makinasının içine tıkıştırdığı naylon poşetlere bakarken bulabiliyordu. Çok tuhafın normal, saçmalamanın özgürlük olduğu bu farklı dünya soruların, sorgulamaların, paradoksun ve kavramların çöküşünün de dünyasıydı aynı zamanda. İçeriye doğru yolculuğumuz bizi bir anda zırhsız, zeminsiz ve kendi başımıza bıraktı. Keşif tam da bu noktada başladı.

Öte yanda, dışarıya olan özlemimiz pencerenin dışındakilere karşı olan merakımızı tetikledi. Dışımızda olana karşı algımız ve farkındalığımız arttı. Bizimle benzer koşullarda dört duvar arasında olan komşularımızı merak etmeye başladık. Çok hassas sensörler gibi en ufak bir sese koşar, hareketi kaçırmamaya çalışır olduk. Röntgencilikle gözlemin sınırındaki bu dansımız daha önce fark etmediğimiz, yanı başımızdaki çam ağacında tek başına yaşayan bir kargayı çıkardı karşımıza mesela. Kedilerle arkadaş olan, onlarla birlikte kedi maması yiyen ama hiçbir uçan canlıyla geçinemeyen yeni arkadaşımızın nihayet bir sevgili edindiğine de şahit olduk. Ertesi gün yuvasında sevgilisini katlettiğine de. Ne yazık ki, sokağımızdaki ilk Covid-19 kaynaklı ölümü de gördük bu süreçte. Sonra kader bir fotoğraf karesinde tek ortak paydaları ölüm olan bu iki karakteri bir araya getirdi. Katil karga, ölen komşumuzun site kapısına bırakılan ayakkabılarının yanı başına konuverdi.

Hikayemiz, kameranın kişinin kendisine döndüğü tüm seriler gibi çok öznel. Ancak, fotoğraflarda yer alan ipuçları ile sayısız yaşantıyla benzer bir ortak paydada buluştuğunu düşünüyorum. Bu nedenle içinde pek çok “ben de” ve “evet ya” barındırıyor.

Fotoğrafları çekerken pandemiye odaklanmadım. Covid-19’un öne çıkan imgelerini fotoğraflarımın ana öğesi olarak kullanmadım. Sadece, belki bir daha yaşamayacağımız bir zaman dilimini olduğu gibi fotoğrafladım. Ama elbette, kedilerimizin en olmadık yerlerden kareye girişi gibi, tüm fotoğraflarda bu imgeler var. Görünseler de görünmeseler de.

Anlattığım, bu nedenle sadece izolasyon sürecinin hikayesi değil, bu süreci yaşayan ailemin ve kendimin ya da bir başka deyişle, onunla ve kendimle yeniden tanışmamın hikayesi.

Editör: Gülbin Özdamar Akarçay

bottom of page